AMALA VE KAMALA
- A. L. Singh, 1920 yılında Hindistan’ın Bengal bölgesinde, tesadüfen bir kurt ve iki yavrusunu görür, fakat yavruların daha çok kurt ile insan karışımı bir görüntüsü olduğunu tespit eder. Dişi kurt yavruların yanına yaklaşılmasına izin vermeyince, onu öldürerek kurt görünümlü bu iki çocuğu yetimhanede koruma altına alırlar ve Amala ve Kamala isimlerini verirler.
Kurt davranışları sergileyen, geceleri uyumayan ve kurt seslerini taklit eden kızların sosyalleşmesi için diğer çocuklarla bir araya getirmek istenilse de, iki kardeş daha çok hayvanlarla yakın olmayı tercih ederler. Dört ayak üzerinde yürüyen, suyu dilleriyle içen bu çocuklar kurtlardan farklı olarak gülümseyebilmekte, ancak bunu insanlar gibi mutluluk duygusunu ifade için değil, ihtiyaçlarını yansıtmak için yapmaktadırlar. Yani, gülümseme kabiliyeti olmakla birlikte, beden dilinde sosyal yansıması kodlanmamıştır.
Sosyalizasyon, yani canlının ait olduğu sosyal ortama uyum sağlaması olgusu her canlı için elzemdir.
Her ne kadar doğuştan gelen bilişsel kodlamalar olsa da, bunların davranışsal mekanizmalara yerleşmesi için türdeşler içinde bir yaşam süreci gereklidir.
Aynı durum köpek ve kediler için de geçerli.
Doğumdan sonraki 3-12. Haftalar, sosyalizasyon süreci olarak tanımlanıyor, kimilerine göre bu süre 16 haftaya kadar uzuyor.
Bunun anlamı, yeni doğan kedi veya köpek en az 3 aylık olana kadar anne ve kardeşleriyle yaşamalı.
Neler oluyor bu dönemde:
4-6 hafta arasında; en çok kardeşlerinden etkilenirler ve köpek olmayı öğrenirler.
5-7 hafta arası; merak gelişir ve yeni tecrübeler edinmek isterler. Bu dönemde pozitif insan tecrübesi gereklidir.
7-9 hafta arası; fiziksel becerileri, koordinasyonları ve duyuların tam kapasiteli kullanımı gelişir.
4-12 hafta arasında; en çok kardeşlerinden ve insanlardan etkilenir, oynamayı, sosyal beceriler kazanmayı, itaati, kontrollü ısırmayı, sosyal yapıyı, sınıflandırmayı ve fiziksel koordinasyonu öğrenirler. Çevrelerini, objeleri keşfeder, uygun sosyal beceri ve reaksiyonlara sahip olurlar. Ayrıca korku tecrübesini yaşamaya başlarlar.
Peki biz insanlar ne yaparız? Yavruyu mümkün olduğunca erken yaşta sahiplenir, bize alışsın, hem de bu kadar tatlıyken çocuklar oynasın deriz. Daha 2 aylık bile olmadan, türdeşlerinden yoksun insanlarla çevrili bir ortamda normal davranışsal özellikler kazanmasını bekleriz.
Tabi çok küçük de olduğu için, çocuklar yavruyu atar tutar, yavru ısırmaya çalışınca güleriz.
Bu da yetmez yatağa alır, sofradan yemek veririz.
Yavrumuzun kafası karışmıştır. Yaşamsal kaynakların (yatak, yemek) kullanımında öncelik verilen, ısırdığında galip geldiği bir ortamda verdiğimiz mesaj “Sen bu sürünün liderisin”dir. Sonra yavru büyür ve çok bilinçli ailemiz (!) bu köpek ısırıyor, sofrada rahat edemiyoruz diye şikayetlere başlar ve ekseriyetle yavrumuza barınak veya sokak yolu görünür. Sonrası tam bir dram.
Oysa bu yavru ısırma kontrolünü, sürü hiyerarşindeki yerini öğrenmedi. Verdiğimiz mesajlar “sen her şeyi yapabilirsin”di. Annesiyle kalsaydı, kardeşleriyle kavga ederken ileri gittiğinde anne onu ensesinden tutup cezalandıracaktı. O da zarar vermemeyi öğrenecekti. Yaşamsal kaynaklardan en önemlisine yani mamaya erişimde anne toplumsal sıralamayı öğretecekti.
Peki mecburen erken sahiplenildiyse ne olacak? Dadı anne tutacak halimiz olmadığına göre, yavrunun gelişimsel doğasını anlamalı, bu yönde hareket etmeliyiz. Örneğin oyunda ısırmaya izin vermemeli, mamasını kendi kabından yemesini sağlamalıyız. Kendini güvende hissetmesi adına önlemler almalıyız.
İlk düğme yanlış iliklendiğinde, nasıl ki gerisi de yanlış olmaya mahkumsa, yavruluk dönemindeki yanlış davranışların telafisi de çok zor olmakta.
Bebek beklerken, hepimiz okuyor, danışıyor öğreniyoruz.
Kedi ve köpek sahiplenirken ise en büyük hatamız “İNSANLAŞTIRMAK”.
Sahiplendiğimiz canlının doğasını ve ihtiyaçlarını öğrendiğimizde, sağlıklı ve mutlu bir dinamik kurulacaktır.
Bir diğer nokta, bize bağımlı olan, sorumluluğunu aldığımız canlıları, sadece davranışlarından memnun olmadığımız için terk edebilmek gibi bir vicdani modeli çocuklarımıza aktarmamamızdır. Ayarını bozduğumuz kantarın, gelecekte kimi tartacağı belli olmaz çünkü. Onu yoran eşi, arkadaşı, ailesi de aynı kantarda tartılabilir…
NOT: Merak edenler için, küçük kardeş AMALA bulunduktan bir yıl sonra, abla KAMALA ise 8 yıl sonra yaşamını yitirdi. Bu sürede asla insana benzemeyi ve uyum sağlamayı başaramadılar.